Prof.Dr. Hasan Köni
24 Nisan 2001
Türü: Konferans
Almanya Türk Toplumu'nun Extertal'de yaptığı toplantıda Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof.
Dr. Hasan Köni, Ermeni meselesi ve Türkiye'nin uluslararası konumu konusunda
konferans verdi ve şunları söyledi:
Ermeni meselesi
24 Nisan olarak kutlanan Genosid olayı diye birşey yok. Bu tarihte İstanbul
ve civarındaki Ermeni liderler tutuklanmıştır. 25 Nisan 1915'de ise İngiliz,
Fransız mütteffik çıkarmalarının 250 bin kişi ile Çanakkale'ye yoğun
çıkarması vardır. Bu çıkarma haberi alındığı için orduyu arkadan vurmalarını
önlemek için sadece 300 Ermeni lideri tutuklanmıştır. Çanakkale'de 18
Mart'da bombalama olmuştur. 25 Nisan'da ise askeri çıkartma. 1915'de Van
civarında Ruslar ayrıca Ermeni desteği ile ilerlemektedir. O zaman Türkiye
iki ordu arasında sıkışmış durumdadır. 250 bin kişiyi Çanakkale'ye
yığmıştır. Doğuda Ruslar'la büyük bir mücadele içindedir. Bu zamanda 1915
yılında Orta Doğu cephesinde ordu Cemal Paşa ve Kemal Paşa ile bir hareket
yapmaktadır. Yani üçe bölünmüş ordunun içeride böyle bir katliamı yapması
mümkün değil. Aslında iç bölgelerde sadece ufak bir jandarma gücü kalmıştır.
O zaman mecburen savaş alanından Ermenileri aşağıya çekmişlerdir. Bu arada
çatışma bölgesinden aşağıya kaydırılanlar sadece Ermeniler değildir. Türk ve
Kürt aşiretleri ve bazı diğer unsurlar da Osmanlı'nın Mezopotamya bölgesine
doğru kaydırılmıştır. Bu bir boşaltma olayıdır. Göç ettirme emri 27 Mayıs
1915'de verilmiştir. Liderlerinin tutuklanması olayı nedeniyle Ermeniler
tarafından 24 Nisan alınıyor. 24 Nisan tarihinde İstanbul ve İzmir'deki
Ermeniler duruyor. Hatta o zaman Çanakkale savaşlarında savaşan Ermeni
birliği bile var. Bu göç olayı karşı tarafa yataklık eden bir grubun ayrım
yapılmaksızın aşağıya kaydırılması. Ayrıca çatışmalar sırasında yerinden
olmamak için "convert" olan yani müslümanlığa dönen Ermeniler de var.
Bunların kimler olduklarını bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Mesela
Hakkari'deki Alevi kardeşlerimiz dönmüş Ermeniler'dir. Ayrıca dönmüş
Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti
kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Doğuda maalesef bir
yangın olduğu zaman askerlik ve nüfus şubeleri ilk önce yanar. Belkide
devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız
var. Kim olduklarını bilmiyoruz. Genelde Ermeni meselesinde dönmelerden hiç
bahsedilmiyor. Bu arada karşı tarafa geçmiş olanlar olmuş. Tabii göç etmiş
olanlar da var.
Genosid Psikolojisi
Ermeniler konusunda güncel olaylara gelince, Genosid psikolojisi diye bir
yapı birden bire ortaya atılmaya başlandı. Bu konuda kitaplar yazıldı.
Genosid psikolojisi kitabını yazan insanların bahsettikleri konu şu: Bir
toplumda belli bir grup ekonomik olarak çok ileri çıktığı için bir
kıskançlık meydana geliyor. Bir çatışma çıktığında da bu kıskançlıktan
faydalanarak bu grup ortadan kaldırılıyor. Bu analiz Almanya'daki Yahudiler
üzerine kurulmuş bir analiz. Alman toplumunda ekonomik olarak Yahudiler
yukarı çıkıyorlar, ekonomik çöküntü ve bir savaş olduğunda da toplum
kıskançlık nedeniyle birikimiş kinle beraber intikam alıyor. Osmanlı
İmparatorluğu'nda böyle bir genosid psikolojisi yok. Ermenilerinde içinde
olduğu azınlıkların ticaret yapması sistemin gereğı icabı. Vergi için para
ödüyorlar ve kendileri ticaretle meşguller. Çok sert bir sultan olarak
bilinen Abdülhamit'in bile danışmanları Ermeni ya da Yahudi. Doktoru da
ayrıca Yahudi. Yani böyle bir ortam yok. "Azınlıklar niye kendi kimliklerini
ortaya çıkarmak için katliam motifini kullanırlar?" konusunda araştırma
yaptık. Yoğun bir şekilde Musevi hareketini inceledik.
Soykırım işi bir kimlik sorunu
Aslında bu soykırım işi bir kimlik sorunu. (Konuyla ilgili bir anı.)
Kanada'da verdiğim bir konferansta, söylediğim herşeye neden itiraz ettiğini
sorduğum bir bayan, kendisinin Ermeni olduğunu, dedesini Türklerin
kestiğini, Ermenice yada Türkçe bilmediğini, tarihçi de olmadığını söyledi.
Konferans sonrası konuştuğumda samimi olarak bana şunu söyledi: "Bu bir
kimlik sorunu. Ben gördüğünüz gibi Amerkalı'ya benziyorum. Bu toplum içinde
ben kayboldum. Bu genosid tezini ileri sürdükten sonra ise varım (Katliama
uğradım ki Ermeni'yim, düşünüyorum ki varım gibi bir şey.) Bu benim
varlığımı kanıtlıyor. Bu varlığım kanıtlandıktan sonra bana burs verdiler.
Saygınlığım var. Buranın basını bizi dinler hale geldi" dedi. Hakikaten
sözde soykırımı iş alanı yaratmış. Bu iş 75-80 milyon dolarlık bir endüstri.
(Eğer bu gün soykırımını kabul etsek en aşağı 20 bin Ermeni işsiz kalacak.)
Kitaplar yazıyorlar, toplantılar yapıyorlar, para aktarıyorlar ve heykeller
dikiyorlar. Amerika'daki moda olan kimlik konusu. (Örneğin buradaki bazı
Türklerin, aşırı dinci yada İslamcı olmasının nedeni kimlik koruma boyutunda
bir olay oluyor.)
Musevi soykırımı
Musevi hareketini inceledik demiştim. Gerçek olan Musevi soykırımı,
1945-1967 arasında pek uluslararası alanda kabul görmemiş ve çok ortaya
çıkarılmamış. Belki Amerikan kültürü içinde hissedilebilir hale getirilmiş
ama esas olarak 1967 savaşından sonra Musevilerin, geniş Arap topraklarını
almasından sonra (Amerika'nın da müsadesi ile) birden bire soykırım olayı
uluslararası alanda bir patlama göstermiş. 1968'de Orta Doğu'nun terörizme
girmesi ile diğerleride bunu öğrenmişler. Ve soykırım alanı gelişmiş.
Geliştirme sebeplerinden birisi (haklı olmalarına rağmen) şu: işgal edilen
topraklardaki meşruiyeti sağlamak. Örneğin Ermenistan Azerbeycan'da işgal
ettiği topraklarda devamlı büyüyor. Gürcistan içinde de faaliyetleri var. Bu
konuda herhangi bir tartışma yok. Çünkü dünya kamuoyu (Almanya da dahil)
1915 soykırımı olayı ile meşgul.
Politikacıların oy meselesi
Ayrıca tabii politikacıların oy meselesi de var. Konuyla ilgili olarak bir
Fransız parlamenteri, "Bir tarihi gerçek vardır. Bir de siyasi gerçek
vardır. Bu siyasi gerçek medyanın ortaya koyduğu bir gerçektir ve
uluslararası konjüktür, insan hakları ve kimlik krizi ile ortaya konan bir
gerçektir. Nihayet Lyon bölgesinde bana oy verecek 22 bin Ermeninin ortaya
koyduğu gerçektir. Ben kendi menfaatime göre oy veririm" dedi. Olayın gerçek
boyutları bu şekilde.
Sayın Ethem Mahçupyan bir yazısında "Ermeniler enerjilerini kendi
devletlerini kurmaktan çok giderek kendi kültürleri ve cemaatleri üzerine
yoğunlaştırdılar. Böylece Ermeni milliyetçiliğinin hala neden cemaat
karekteri taşıdığı anlaşılabilir" diyor. Aslında söylediği şu: Ermeniler
kendi devletlerini kurmakla uğraşmadılar. Kendi kültürleri ve cemaatleri
üzerine yoğunlaştılar. Yani açıkçası "Biz devlet kuramadığımız için cemaat
sisteminde kaldık." Hangi topluluk kendini bulduktan sonra devlet kurmak
için uğraşmaz? Böyle bir analiz olabilir mi?
Almanlar hatıralarında böyle bir olayı yazmamışlar
Tescir (göç) Kanunu'nun çıkışı 27 Mayıs 1915 tarihi. Uygulanışı da 3 Haziran
1915. Askeriyeye gönderilmiş olan emiri uygulayanlar, o zaman görevli olan
Alman genel kurmayı. Ordu birliklerine bakıyorsunuz kurmay başkanı Alman
yahut ordu komutanı Alman. O sırada böyle bir olay olduğuna dair bunlar
hatıralarında ya da yazılarında böyle bir olayı yazmamışlar. Ermeni bir
yazar, o dönemdeki hemşirelerin ve Alman askerlerin hatıralarını toplamış,
onları bir kitap halinde yakında yayınlayacak.
Aslında azınlıkların kimliklerini bulmak için neden bu tür terminolojiyi
(soykırım) kullandıklarını ve bundan neler elde etmek istediklerini iyi
anlamak lazımdır.
Türkiye'nin uluslararası arenada güncel konumu
Türkiye'nin batıya kabulü ve batının yanında olmasının önemli boyutlarından
biri Rusya gibi batının sistemini değiştirmeye yönelik bir gücün var
olmasıymış
1991'de Rus Elçiliği'ndeki bir toplantıdaydık. Tartışılan konu Rusya'nın
çöküşü ve Yeltsin'in tankın üzerine çıkmasıydı. Orada bulunan İngiliz
ateşesi benim bulunduğum tarafa doğru dönerek (İngilizcemden dolayı beni
Arap veya İsrail diplomatı zannediyor olmalı) "Sovyetler Birliği gitti. Bu
65 milyonluk Türkiye de gitti" dedi. (Herkes benim bulunduğum tarafa baktı.)
Ne olduğunu soran Büyükelçi'ye "Ben maalesef Türküm" dedim. "Üzülmeyin"
dedi. "Asya ve Kafkaslar enerji hatlarıdır. Onların geçtiği bir alan
olursunuz. Tekrar batının gözünde yükselirsiniz" dedi. O dönemde şunu
anladık. Türkiye'nin batıya kabulü ve batının yanında olmasının önemli
boyutlarından biri, özellikle 1945'lerden sonra hatta Kurtuluş savaşı
sırasında da, Rusya gibi batının sistemini değiştirmeye yönelik bir gücün
var olmasıymış. Tabii bizim konuşmalarımızda "Türkiye bölgesel bir güçtür.
Asla marjinal olamaz" gibi imajlar konuşuldu. Hala bugün Dışişleri'nden
gelen arkadaşlarımız da öyle konuşuyor. "Türkiye daima stratejik önemini
muhafaza etmiştir. Boğazlar önemlidir" şeklinde ve 60-70 yıldır süren klasik
bir stratejik görüş boyutumuz var.
"Sizin Kafkasya konusunda ne bilginiz var. Ne de yatırım yapacak paranız
var."
Daha sonraki yıllarda, Amerika Türk dernekleri ve iş konseyi toplantısı için
ABD'ye gidecektik. (O sırada Demirel Başbakan, sayın Özal'da Cumhurbaşkanı
idi.) Amerika'da yapılacak konuşmayı benden hazırlamamı istemişlerdi. O
zamanki yapı şöyle: Türkiye'nin önünde Kafkasya ve Orta Asya açılmış. Körfez
savaşı ile de Orta Doğu kapanmış bir durumdaydı. Kafkasya'daki (Ermenistan
hariç) Türk Cumhuryetlerini tanımıştık. "Türkiye doğu ile batı arasında bir
köprüdür. Eğer siz doğuya yatırım yapmak istiyorsanız, Türkiye'ye
geleceksiniz. Hep birlikte orada gerekli yatırımları yapacağız" şeklinde bir
yazı hazırlıyorum. Beklentimiz: Amerikan sermayesi "Türkler bu Kafkasları ve
Orta Doğu'yu biliyor" diye bize gelecek. O elde ettiğimiz sermayelerle
oradaki enerji hatlarına ve içe büyük yatırımlar yapacağız. Türkiye bu
bölgenin hakikaten yükselen devletlerinden biri olacak şeklindeydi. Bu arada
Amerikan Dışişleri'nden beni aradılar. "Siz Türkiye'nin bir köprü olduğunu,
batının size yatırım yapacağını konuşmanız için yazıyormusunuz" diye
sordular. "Evet. Tam bu istediğinizi yazıyorum" dedim. Cevap olarak
kendileri bana "Türkiye dışarda" dediler. "Sizin o bölge konusunda ne
bilginiz var. Ne de yatırım yapacak paranız var. Köprü falan da değilsiniz"
dedi. Bizde tabii sonra konuşmayı değiştirdik. "Biz köprüyüz ama, ilk önce
köprünün Türkiye'de kalan ayağını canlandıralım" dedik. Daha sonra da
Türkiye'de yatırım yapılacak yerleri sıraladık. 1995 yılına kadar, yani
Clinton tecrübe kazanıp Amerika'nın karşısında yeni rekabet ve yeni
düşmanlıklar görünceye kadar, Türkiye hakikaten uluslararası durumlarda çok
zor durumlar geçirdi. 1996-97'lerde Yunanistan Kıbrıs'da olay üzerine olay
yaratıyordu. Tansu hanım 1994'de geldi (ekonomiyi öğreniyordu). Enflasyonu
çekeceğim diye büyük bir kriz oldu. İlk büyük iflaslar 1994'de meydana
geldi. Uluslararası sermayenin artık bir saat içinde yatırıma girip çıkacağı
unutulmuştu. Faizleri indirince o gelen sıcak para olduğu gibi dışarı çıktı.
Sonra düzeltmeye çalıştılar. Ama çok büyük zorluklar yaşandı.
Fransa'nın büyük bir baskısı vardı
Ayrıca, çevremizde birdenbire PKK boyutu çok büyük şekilde arttı. Bizim ordu
kuzey Irağa girip çıkıyordu. Bazen müteffikimiz Amerika ile çok zor
durumlara düştük. Zaman zaman desteklediler. O zaman Fransa'da Madam
Mitterant vardı. Bizim ülkeden transit geçip kuzey Irağa iniyordu.
Fransa'nın büyük bir baskısı vardı. (Fransa Yunanistan'ı da tutuyordu.) Kürt
olayı adı altında PKK olayını destekliyor. İçerde de epey sıkışmış bir
duruma gelmiştik.
Bu yüzyıla zeten Amerikan yüzyılı da diyorlar. "Siz de buna uyacaksınız"
anlamı çıkıyor
Aslında Amerika'nın politikası sık sık değişiyor. Bize gelip soruyorlar. Bir
defasında "2020 yılında Türkiye nerede olacak" diye sormuşlardı. Bizde de
cevap hazır olmadığı için "Türkiye'nin nerede olacağını tahmin edemiyorum,
siz söylermisiniz Amerika nerede olacak" diye kendilerine sordum. Onlar da
"2020 yılında Amerika'nın önünde hiç bir siyasi güç yoktur. Düşmanımız
olmadığına göre uluslararası sistemi kendi istediğimiz tarzda
düzenleyebiliriz" dediler. "Bu düzenlemelerle nasıl bir yapı olacak" diye
sordum. "Demokrasilerle birbirine bağlanmış serbest pazarlardan oluşan bir
dünya düzeni olacak. Demokrasiler birbirleriyle harb etmez. Pazar
ekonomileride hammadede almak için birbirleriyle savaşa girmez.
Birbirleriyle serbest piyasa ekonomisinde değiş tokuş yaparlar. Sizde bu
sisteme uyarsınız" dediler. (Konuyla ilgili olarak bir Japon yazar "Tarihin
Sonu" isimli kitabında "Şimdi artık ideolojik çatışmalar bitmiştir. Alt yapı
ve üst yapı gibi sınıflar kalkmıştır Çünkü sosyalizm bitmiştir. O halde
tarihin bu çatışmalar ile ilgili sonu gelmiştir. Şimdi Amerikan sistemi
vardır" şeklinde yazmış.) Bu yüzyıla zeten Amerikan yüzyılı da diyorlar.
"Siz de buna uyacaksınız" anlamı çıkıyor.
Irak boru hattını kapattık. Ve 11 milyar dolar kaybımız oldu
Bu arada tabii Amerika'nın istekleri de var. Onlara göre, Orta Doğu barışına
karşı çıkan, Suriye, Irak ve İran başıboş devletler. (Libya zaten
Amerikalılar için 1988'den itibaren uçak davalarından dolayı kötüydü). Bizde
ki strateji de aynı yönde oldu. (Bunlar kötü devletler.) (Halbuki Türkiye
bunları kafa kola alabilirdi.) Körfez savaşından önce bizim Orta Doğu ile
ihracatımız 12 milyar 800 milyon dolardı. Irak boru hattını kapattık. Körfez
krizinden sonra 1.2 milyar dolara indi. Ve 11 milyar dolar kaybımız oldu.
(Şimdi ise Orta Asya ve Kafkaslar açılıyor diye seviniyoruz.)
Türkiye 1993'den beri Kafkasları kaybetti
Kafkaslara gelince, Türk yanlısı Elçi bey var. Konuşmalarında "Ben
Atatürk'ün bir eriyim" diyor. İlk petrol anlaşmalarını (o zaman daha doğal
gaz yoktu) bizim ile yapmış. Türkiye'de o zaman enerji koridoru olma
hazırlığı içindeydi. Kazakistan ile görüşüyoruz. (Rusya içinde sallanıyor o
zamanlar.) Birdenbire 1992 Aralık ayında Rusya geriye döndü. Kafkaslar'daki
etnik grupları birbirleriyle çatıştırmaya başladı. 1993'de (Rusya'nın
adamları) tanklarla Elçi beyin üzerine yürüdüler. Elçi bey de bölgesel güç
olan Türkiye'den yardım istemişti. (Ben o zaman "51. maddeye göre Elçi bey
bizi çağırsın, müdafaa hakkı için, bir f-16 gönderelim. Bu sırada Birleşmiş
Milletler bizi kınasın. (Rusya'da bize kızsın). Ondan sonra biz çekilelim.
Böylece Kazakistan'da 200 kişi gider. Elçi bey de yerinde kalır" dedim.) O
zaman böyle bir riski göze almadığı için, Türkiye 1993'den beri Kafkasları
kaybetti. Elçi bey gitti. Aliyev geldi. (34 sene politbüro da görev yapmış
bir adam 3 gün içinde Türk yanlısı oldu. Serbest piyasa ekonomisini
benimsedi.) Bu arada 1994 ekonomik krizinden sonra ekonomik gücü olmayanın
dış politikasının olmayacağını da gördük.
Kafkaslar para bekliyordu
1993 yılında bir Türk devletleri konferansı yapılıyor. O zamanın Dışişleri
Bakanı ve daha önce İstanbul'da konsolosluk da yapan Hasan Hasanof
konuşmasında "Milliyetçilik ateşi sarmıştır. Türk milliyetçisi olmak çok
yakışığdır. Fakat helva helva demekle ağız tatlanmaz. Vereceğiniz dolar
nerede? İki senedir bizi bekletiyorsunuz" dedi. (O zaman toplantıdan sonra
herkes birbirine sende helva var mı diye sorarak olayı gırgıra vurmuştu.)
Fakat gerçek şu ki Kafkaslar para bekliyordu. Para vereceksiniz ki
karşılığında bazı şeyler gelsin. Daha sonra yapılanlar (Orta Asya'ya elçilik
açmak veya bir kaç yatırım yapmak gibi işler) devede kulak gibi kaldı. Rusya
bu arada ağırlığını koymuştu. Ermenistan'ı Karabağ konusunda kışkırttı. Bu
arada biz Ermenistan ile ilişki kurmaya çalıştık. (Bizimle gelip ilişki
kuran 5 kişiyi sonradan Koçeryan'ın döneminde Ermenistan meclisinde
temizlediler. Çünkü Ermenistan bizimle ilişki kurduğunda, Rusya o bölgeyi
kaybedecekti.) İlişki kurup arkadaşlık yapıp Ermenileri yanımıza çekmemize
izin vermediler. (Bunu tabii uluslararası alanda rahatça söylememiz mümkün
değil.)
Amerikan kongresinden olayları çıkaramadığımız için İsrail ile bir
yakınlaşma oldu
1996'dan sonra çok rahat olan Amerika birdenbire çok liberalize etmenin ve
demokratik yapılar kurma politikasının geçerli olmadığını keşfetti. Dünyanın
elli yerinde etnik savaş çıkarttı. Şu anda etnik savaşların nedeni bu
liberalizasyon politikası. Peşinden nükleer silahlar üçüncü dünya ülkelerine
dağılmaya başlamıştı. İran ve Suriye yapıyor. (Irak belki yapabilecek.)
Kuzey Kore, Çin, Hindistan ve Pakistan yaptı. Türkiye'den başlayıp Asya'ya
giderseniz, herkes nükleeer silah yapıyor. Amerika bundan korktu.
Uluslararası terörizm boyutları yukarıya çıkmaya başladı. Para sistematiği
liberalize olduktan sonra uluslararası mafya da bu boyutlar içine girmeye
başladı. Bu sırada Amerikan kongresinden olayları çıkaramadığımız için
İsrail ile bir yakınlaşma oldu. 1996'da savunma ve eğitim antlaşması
imzaladık. (Fakat daha öncesinde biz bir grup ile 1995'de İsrail'i ziyaret
etmistik. O zaman öğrendiğimiz şu: Orta Doğu barışı Amerika için çok
önemlidir. Orta Doğu barışının önünde ise Suriye, Irak ve İran olmak üzere 3
ülke vardır. Irak 3'e bölünerek dışarı çıkarıldı. Bölgedeki PKK'yı aşağı
çekmenin yolu İsrail ile anlaşmaktır. İsrail'e Arap ülkelerine karşı biz
sizin yanındayız şeklinde garanti vermektir.) İşte PKK'nın Amerika
tarafından teleffuz edilmesi, 1996'da yapılan eğitim ve askeri
antlaşmasından sonra olmuştur. Sonrada Öcalan'ın yakalanma olayı oldu. Bu
nedenle İsrail ile yoğun şekilde ilişkiler devam ediyor. (Şu anda PKK'nın bu
bölgelerde yedi bin kişilik gücü var. Yani gücü bitmiş değil.) Amerika da
böylece bize geri döndü. Bu olaylarda Türkiye önemli hale geldi.
Bizim baskımız ile Amerika Bosna Hersek'e geldi
İkinci büyük olay ise Bosna Hersek. Bu konuda çok güçlü Avrupalılar hiç bir
şey yapamadılar. 3 sene Bosna Hersek'de insanlar kesildi. Avrupa
parlamenterleri toplantılarda sadece tartışmalar yaptılar. Bizim baskımız
ile Amerika bölgeye geldi. Amerika şunu gördü ki global politikasında
Avrupa'ya dayanarak herhangi bir iş yapması mümkün değil. Çünkü Avrupa'da
insanlar (çok iyi yaşadıkları için olmalı) ölmekten korkuyorlar. (Bu işi
ancak ölünce cennete gitme garantisi verdiğiniz Türk askeri yapar.) Özgürlük
ve insan hakları gibi şeyler için gidip savaşmak, Avrupalılar için kolay
değil. 1996'dan sonra tekrar uluslararası alanda belirli boyutlarda kabul
edilmemizin sebebi bence bu.
Türkiye İslam'a dönmesin diye Gümrük Birliği'ne girdik
Avrupa'ya kabul edilmemiz de bundan sonra olmuştur. Gümrük Birliği'ne hemen
girdik. Aslında Gümrük Birliği'ne önce girilir mi? Normalde, Avrupa önce
para yardımı yapacak. Gümrüklerinizi hazırlayacaksınız. Ondan sonra Gümrük
Birliği'ne gireceksiniz. Ama biz hiç bir yardım almaksızın Gümrük Birliği'ne
girdik. İhracaatımız bir felaket haline dönüştü. İsrail Başbakanı Simon
Peres Avrupa ülkelerini tek tek o zaman dolaştı. Peres'den sonra Almanlar
"Türkiye mutlaka Avrupa'ya girmelidir" şeklinde açıklama yaptılar. (Türkiye
İslam'a dönmesin diye) 1995'de yapılan oylama sonunda Gümrük Birliği'ne
girdik.
Amerika istemişti. Ve Avrupa Birliği'ne aday olduk
1998 yılında Avrupa Birliği için bizi reddettiler. 1999 yılında ise Amerika
ağırlığını koydu. Adaylığımız da kabul oldu. (İnsan hakları konusunda bir
düzelme daha olmamıştı, ekonomimiz de pek iyi değildi, bu arada Türk
halkının zekası da bir yılda pek artmamıştı.) Fakat Amerika istemişti. Ve de
aday olduk.
Amerika'nın 8 senaryoda bize ihtiyacı var
Şimdi tabii bugünlerdeki ekonomik durumu biz de peklemiyorduk. Aslında Orta
Doğu'daki bütün ülkelerin sistematiği rüşvetçi bir sistemdir. Bunun
patlaması oldu galiba. Bu ekonomi kirizinden çıkabilirsek (Dış politikada
kendi çevresi kadar politika yapan Avrupa'nın değil ama) global politika
izleyen Amerika'nın 8 senaryoda bize ihtiyacı var. Bu senaryolar: Doğu
Akdeniz İsrail için, Doğu Karadeniz petrol giriş yolları ve Rusya'nın
kontrol edilmesi için, Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu, Rusya içindeki
Türkler, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, ileride çok yükselebilecek Çin'e
karşı destabilize etmek için Doğu Türkistan. (Bu arada Almanya'daki Türkler
Amerikan politikası içinde önemli bir yer tutmuyor. Ama Avrupa politikasında
çok önemliler.) Çevremizdeki bu yapılanma Sovyetler Birliği çöktükten sonra
Türkiye'yi tekrar göz önüne çıkardı.
"Rusya batı sistemine geçerse Türkiye olarak yandınız"
Türkiye'de yaptığımız bir toplantıda, bir Amerikan şirketinden gelen
konuşmacı Türkiye'nin önümüzdeki 10 yıl içindeki durumu konusunda şöyle
dedi: "Eğer 10 sene içinde Putin'in Rusya'sı bizimle çatışırsa ve batı
sistematiğini kabul etmezse Türkiye'nin durumunu yükselteceğiz (İsterse
insan hakları çökük olsun ve ekonomisi düzelmemiş olsun.)" dedi. (Bu olay
aynen 1952'lerde Avrupa'nın bize "Avrupalısınız" demesi gibi bir şey. O
zaman bizi Avrupa Konseyi'ne almışlardı. Ama 50 sene geçtikten sonra şimdi
"Asyalısınız" diyorlar.) Konuşmacı ayrıca "Eğer Putin bizimle anlaşır, Rusya
batı sistemine geçerse Türkiye olarak yandınız. Ayrıca İran
demokratikleşirse, tercih edeceğimiz enerji yolları İran üzerinde de
olabilir, o zaman sizi mi onu mu tercih edeceğimiz konusunda tereddüte
kapılabiliriz" dedi. |